Emevilerin gayri Arap unsurlara karşı mevali
siyaseti güttüğü, Arapları seçkin ırk, diğerlerini ise bir bakıma Arapların
azatlı köleleri olarak kabul ettikleri tarihte bilinen bir vakıadır. İşte
onların mevali siyasetine tepki olarak ortaya çıkıp gayri Arap unsurların
Araplardan daha üstün olduğunu savunan ve Şuubiyye adıyla anılan bir fırka
vardır.
Bu fırka adını Hucurât suresinin 13. ayetindeki
şu'ûb kelimesinden alır; çünkü onlara göre bu ayette şuûb ile Arap olmayanlar,
kabâil ile ise kabileler halinde yaşayan Araplar kastedilmiştir. Şuub kelimesi
ayette kabâilden önce zikredilmiştir. Bir şeyin önce zikredilmesi ise kendisine
daha fazla önem ve değer atfedildiğini gösterir. Şu halde gayri arap unsurlar,
kabileler halinde yaşayan Araplardan daha üstündür.
İlgili ayetin meali şudur: "En insanlar!
Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve tanışasınız diye sizi kavim
ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız O'na itaatsizlikten en
çok sakınanınızdır."
Mealinden de anlaşılacağı üzere ayet, insanların
bir erkek ve dişiden yaratıldığı ve tanışıp kültür alışverişinde bulunmak için
kavim ve kabilelere ayrıldıkları, bunun bir üstünlük sebebi olmadığı, Allah
katında üstünlüğün ancak takva ile; yani davranışlarında Allah karşı
duyarlılıkla olabileceğine dairdir. Ne var ki Emevilerin aşırılığı bir
başka aşırılığı doğurmuş ve Allah'ın takva dışında herhangi bir üstünlük sebebi
olmadığını ifade etmek için indirdiği ayet, kavmiyetçi bir ideolojiye kurban
edilerek gayri Arap unsurların Araplardan daha üstün olduğunun belgesi olarak
sunulabilmiştir.
Buna mukabil es-Sahibî fi fıkhi'lüga adlı eserin
müellifi Ahmed b. Faris, Arap dilinin meziyetlerine dair açtığı bir başlıkta
"Kur'an'ın mübîn olan Arap lisanıyla indirildiğini" ifade eden Şuara
suresinin 192. ayeti ile "Allah'ın insanı yaratıp ona beyanı
öğrettiğini" ifade eden Rahman suresinin 4. ayetini zikrettikten sonra
Şuubiyye fırkası yukarıda işaret ettiğim yorumuna rahmet okuturcasına şu
içerikte bir değerlendirme yapmıştır:"Allah, nice nimetlerini sıraladığı
Rahman suresinde ilk olarak beyan nimetine yer vermiştir. Allah Arapçayı
"beyan" sıfatı ile nitelediğine göre demek ki diğer diller maksadı
ifade hususunda eksik ve Arapçanın gerisindedir. Şayet diğer dilleri
konuşanların da maksatlarını kendi dilleriyle ifade edebildikleri ve beyanın
hasıl olduğu yolunda bir itiraz ileri sürülürse şu cevabı veririz: Kastın, Arap
olmayanların da kendi dilleriyle içlerinden geçeni ifade edebildikleri ve
dinleyenin bunu anladığı ise bu, beyan mertebelerinin en aşağısıdır. Çünkü
dilsiz bir kimse de bir takım işaret ve hareketlerle maksadının çoğunu
anlatabilir; ama biz bunu yaptı diye onu beliğ ve beyyin olarak nitelemek bir
yana, konuşuyor olduğunu bile söylemeyiz..." (es-Sahibî, s. 19)
Ahmed b. Faris'in iki ayetten böyle bir sonuç
çıkarması hayret edilecek bir husustur; çünkü Rahman suresindeki "ve ona
beyanı öğretti" ayetinde yer alan "o" zamiri, Araplara değil;
insana dönmektedir ve ayette beyan ile kastedilen şey, Arap dili değil; aklından
ve kalbinden geçen duygu ve düşünceleri ifade edebilme yeteneğidir, bunun hangi
dil ile olduğunun ise bir önemi yoktur. Şuara suresindeki "bi-lisanin
arabiyyin mübîn" ayetinde yer alan mübîn (açık, açıklayıcı) niteliği de
Arapçaya değil; lisana; yani bu bağlamda Kur'an'a ait bir nitelik olup bu da
doğrudan Arapçanın fazilet hanesine yazılacak bir husus değildir.
Bu ayetteki mübîn sıfatının Arapçayı nitelemesi
Arap dilinin sınırları içinde bir yorum olsa da Rahman suresindeki
"beyan" ile Arapçanın kastedildiğini söylemek, "o"
zamirinin döndüğü "insan" ile de genel olarak insanlığın değil;
Arapların kastedildiğini söylemekle eşdeğerdir ki böyle bir yorum akıl
tutulmasından başka bir şey olmasa gerektir.
Hasılı her iki yaklaşım da ayetlere takla
attırmak ve bağlamın belini kırmaktan başka bir şey değildir. Bir ayete anlam
biçmek bir bakıma Allah'ın muradını beyan etmek olduğuna göre Kur'an'da bir
ayetin anlamı üzerine konuşurken bağlamı ıskalamamak ve ayetleri bir noter gibi
kullanmamak icap eder.Vallahu a'lem.
Yorumlar