"Ehli Sünnet Ne Demektir ve Ehli Sünnet Olmanın Ölçüleri Nelerdir?" diye bir soru geldi. 2015 yılında kendi sayfamda yaptığım bir paylaşımda buna dair bir soru sormuş ve bir sonraki paylaşımda da cevaplamıştım. Soruyu ve cevabını aynen yayınlıyorum:
Asr-ı saadet sonrasında gerçekleşen bir takım olayların tetiklemesiyle Havaric, Şia, Mürcie gibi bir takım ana akımlar ortaya çıktı. Devamında ise Mutezile ve Ebu'l-Hasan el-Eşari'nin ve Maturidî'nin önderliğinde Ehl-i Sünnet (âmme) ortaya çıktı.
İmdi bu fırkalardan her birinin kendilerini diğerlerinden ayıran bir takım özellikleri vardır. Ama "prensipler/esaslar" deyince sanırım ilk önce akla gelen Mutezile mezhebidir. "Mutezile fırkasının temel özellikleri nelerdir?" diye sorulduğunda Kelam ilmine dair bir miktar okuma yapmış herkes, "adalet", "tevhid", "el-menzile beyne'l-menzileteyn", "vaad ve vaid", "emr bi'l-maruf-nehy ani'l-münker" prensiplerini bir solukta olmasa bile biraz düşünerek sayar. Yine Mürcie fırkasının temel özelliği "irca" düşüncesi; yani büyük günah işleyenler hakkında ahirette karar verileceği; Haricîlerin temel özelliği ise hükmetme yetkisinin Allah'a ait olması ve büyük günah işleyenlerin cehennemlik olacağı fikridir. Şia denildiğinde ilk akla gelen ise imamet inancıdır.
Peki ya, kendisini bu fırkalara karşı apayrı bir yerde konumlandıran ve İbn Arabî'den tutun da İbn Teymiye'ye kadar geniş bir yelpazeyi bünyesinde barındıran Ehl-i Sünnet fırkasını "Ehl-i Sünnet" kılan olmazsa olmaz prensipleri/ilkeleri/esasları var mıdır? Varsa nelerdir? Yoksa olmamasının muhtemel sebepleri neler olabilir?
Not: Böyle bir soru tevcihinde akla, evvel emirde nüzul-i İsa, Mehdi inancı, Deccal, kerâmat-ı evliya, şefaat, mestler üzerine mesh gibi meseleler gelebilir. Hemen belirtelim ki bu türden meseleler, günümüzde bir kişinin ehl-i sünnete mensubiyetini test etmede birer turnusol olarak kullanılsa da fırkanın üzerine inşa edilebilecek paradigmatik özellikleri yoktur. Bir şeyin paradigma niteliği kazanabilmesi için düşüncenin işleyişini belirleyici bir nitelik taşıması gerekir.
* * * *
Soru hakkındaki kanaatim:
"Ehl-i sünnet", mihne olayları sonrasında Mutezile ile katı ehl-i hadis arasında gerçekleşen barışın adıdır. Ehl-i hadisin devlet gücünü de arkasına alarak Mutezile'yi sindirmesi sonrasında Mutezile teslim bayrağını çekmiş ve ömrünün otuz yılını Mutezile içerisinde geçiren Eşarî, el-İbane'yi kaleme alarak Mutezile'den koptuğunu ilan edip Ahmed b. Hanbel çizgisine yaklaşmıştır. Mutezilî bir takım görüşleri ile meşhur olan Bağdat Hanefîliği ise görüşlerini revize edip Buharâ Hanefiliğine eklemlenmiş ve Maturidî fırkasının çatısı altında yola devam etmişlerdir.
Aşağıdaki görüşlerin, -telifteki başarısı tartışılsa da- İslamî fırkaları "ehl-i sünnet" şemsiyesi altında birleşmeye davet niteliği taşıdığı aşikardır.
* Ehl-i kıble tekfir edilmez.
* Bütün sahabe uduldür.
* Kelam-ı nefsî-kelam-ı lafzî ayrımı.
* Cüz'î irade-küllî irade ayrımı.
Bununla birlikte selefin yolunu devam ettiren, bir başka ifadeyle ehl-i sünnet-i hâssanın takipçisi olarak kalan bir fırka da öteden beri varlığını sürdürmüş olup İbn Teymiye de bu fırkanın sözcüsü konumundadır. Bundan dolayı Mutezile sonrasında yeniden şekillenen ve "Allah'ın eli, gözü, ayağı, rabbin gelişi" gibi haberî sıfatları tevil yoluna giden ehl-i sünnetle mücadelesini sıkı bir şekilde sürdürmüştür.
Demem o ki günümüzde ehl-i sünnetin savunuculuğuna soyunan ve önlerine geleni "dinden çıkmak", "bidatçı olmak", "oryantalistlerin uşağı olmak", "modernist olmak" gibi yaftalarla karalayan bir takım kimseler, her ne kadar "ehl-i kıble tekfir edilemez" söylemini retorik düzeyinde dillerinden düşürmeseler de Ehl-i sünnetin uzlaşı kültüründen fersah fersah uzaktırlar.
Vesselam.
Yorumlar