Ana içeriğe atla

İCMA'IN MAHİYETİNE DAİR

"Hz. Muhammed'in vefatı sonrasında müctehidlerin herhangi bir dini meselede ittifak etmesi" olarak tanımlanan icma, hemen hemen fıkıh usulcülerinin tamamı tarafından kabul edilen ve üzerinde hassasiyetle durulan bir delildir. İnkıraz-ı asrın şart olup olmaması, bir iki kişinin ihtilafının icmaa zarar verip vermemesi, icma'a katılanların müctehid olmasının şart olup olmaması, sükutî icmaın delil olup olmaması gibi pek çok açıdan tartışma konusu edilen icma'ın tam olarak neye tekabül ettiği hususunda özellikle günümüzde kafalar karışıktır.

İcma'ı bir topluluk ictihadı (el-ictihadu'l-cemâ'î) olarak tasavvur eden kimileri icma'ın günümüz İslam dünyası için çok önemli imkânlar sunabilecek bir delil olduğunu savunarak İslam dünyasının birliğinin icma'dan geçtiği yolunda bir takım fikirler ileri sürmekte ve adeta “ne kadar çok icma edilirse o kadar iyidir!” gibi bir mantık yürütmektedir. Ancak icma hakkındaki bu beklenti isabetli değildir; çünkü icma, mahiyeti gereği bireysel ictihadın alanından çalar. Dolayısıyla oluşacak her icma, zamanın değişmesiyle ortaya çıkabilecek problemlere çözüm bulması gereken müctehidlerin hareket alanını sınırlandırır.

Kimileri ise literatürde sıralanan delillerin icma'ın hücciyetine delalet etmediğini veya zannî olduğunu; zannî deliller üzerine kat'î bir delil bina edilemeyeceğini savunurlar. İlk görüş sahipleri “Gelin dostlar icma edelim!” sloganı ile bireysel ictihadın ve dolayısıyla ihtilafın önüne bir set koymayı amaçlarken ikinci görüş sahipleri ise icma bendini aşarak kendi bireysel görüşlerine alan açma gayreti içindedir. Kanaatimce icma, ne ilk grubun savunduğu gibi bir topluluk ictihadından ibarettir, ne de ikinci grubun savunduğu gibi zannî delillere dayanır.

İcma, mahiyeti icabı “edilen” değil; “oluşan” bir delildir. Bir başka ifadeyle herhangi bir mesele hakkında “icma edilmez”; “icma oluşur”; yani icmaın karakterinde de örf gibi spontanelik vardır. Dolayısıyla spontaneliğin bozulması halinde katılımcı sayısı ne kadar çok olursa olsun bir icmadan; dolayısıyla bağlayıcı bir görüşten söz edilemez. Sözgelimi dünyada fıkıh ilmiyle iştigal eden herkes, tespit edilip dinî bir meseleyi görüşmek üzere devasa bir konferans salonunda toplansa ve -olmaz ya- ittifak kararı çıksa buna icma denilmez ve açıklanan görüş, meseleyi bireysel ictihadlara kapamaz; çünkü katılımcıların sayısı ne kadar çok olursa olsun son kertede bu, bir topluluk ictihadından ibarettir.

Bir de şöyle düşünülelim: Hicri II. Asırda Mekke, Medine, Kufe, Basra, Bağdat, Yemen ve Mısır gibi İslam merkezlerinde yaşayan ve müctehid vasfıyla öne çıkan fukaha, birbirinden habersiz olarak bir nas hakkında yorum yapsalar veya bireysel bir ictihadda bulunsalar ve bir süre geçtikten sonra konu hakkında görüş beyan eden bütün müctehidlerin hemfikir olduğu tespit edilse bu ittifak icma olur mu?

Pekâlâ olur; çünkü bunca alimin birbirinden habersiz olarak aynı şeyi söylemiş olmaları, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” fehvasınca ictihadların sübut ve delalet bakımından kat'î bir delile dayandığını gösterir; çünkü farklı şehirlerde ikamet eden, birbirinden farklı ekollere mensup bunca müctehidin bir araya gelip bir konuda ittifak etmek üzere anlaşması aklen mümkünse bile âdeten mümkün değildir. Hepsinin kanaati aynı noktada birleştiğine göre belli ki bu bireysel ictihadların gerisinde usulcülerin “icmâ'ın senedi” adını verdikleri kat'î bir delil vardır. Şu halde icma, hücciyet ve kat'iyetini nasslarda yer alan tek tek delillerden değil; bir tür tevatürden alır.

Sonuç olarak icmâ'ın oluşum süreci ve mahiyeti ile ilgili şu hususlar önemlidir:
* İcma edilmez, “spontane” olarak oluşur.
* İcma'a katılan müctehidler icma ettiklerini bilmezler; çünkü bir konuda icma oluştuğu sonradan anlaşılır.
* İcma, kat'iyetini her biri delalet veya sübut bakımından zannî olan cüz'î delillerden değil; tevatür düşüncesinden alır.

Yorumlar