Ana içeriğe atla

KAPSAM SORUNU (1)

Fıkıh usulü literatüründe ana çatı olarak “deliller” ve “hükümler” olmak üzere iki temel konu vardır. Hükümler bahsinde hükmün mahiyeti ve türleri, hakim (hüsn-kubh), mükellef gibi konular incelenirken deliller bahsinde Kitap, sünnet, icma, kıyas ve bunların fer’i niteliğindeki tali deliller incelenir. Fıkıh usulü literatatürün genelinde hacim bakımından üçte birlik bir yekün tutan dil bahisleri ise mütekellemîn usul literatüründe müstakil bir bölümde; Pezdevî sonrası Hanefî usul literatüründe ise “Kitap” başlığının içinde incelenir. Hanefîlerin dil bahislerini bu başlık altında ele almasının başlıca sebebi Kur’an-ı Kerim’in dilsel bir metin (hitap/kitap) olmasıdır. Bununla birlikte usulcüler, dil bahislerinde yer alan lafız türlerinin ve ilgili kuralların, hadislerin yorumu için de aynen geçerli olduğunu belirtmişlerdir. Dil bahisleri, son dönemde kıyas, istihsan ve ıstıslah gibi reye dayalı delillere nispetle daha az ilgi görüyorsa da bu konunun özellikle umum ifade eden lafızlara dair olan bölümlerinde son derece semereli tartışmalar mevcut olup müselsel birkaç yazıda bu tartışmalara işaret edilecektir.

Bu tartışmalardan ilki ve belki de en önemlisi kuşkusuz âmm lafızların kat’îyet ifade edip etmediği tartışmasıdır. İmam Şafii’ye ve Maveaünnehir Hanefilerine göre umum lafızları zan ifade eder; Irak Hanefilerine göre ise kat’iyet ifade eder; yani kat’iyeti savunanlara göre “insanlar” lafzının kapsamına insan lafzının delalet ettiği bütün fertleri kesin olarak girerken zan ifade ettiğini savunanlara göre bazı insanlar herhangi bir delille istisna edilmiş olabileceği için “insanlar” lafzı, “bütün insanlar” değil; “insanların geneli” anlamına gelir. Bu konuda mütekellimîn usulcüler arasında tedavül eden şöyle bir söz vardır: “Umum ifade eden hiçbir lafız yoktur ki tahsis edilmiş olmasın.”

Gerçekten de âmm lafızların kullanıldığı ayet ve hadisler üzerine dikkatli bir nazarla düşünüldüğünde bu söze hakikatten bir pay vermemek mümkün değildir. Mesela “Allah her şeyin yaratıcısıdır” (el-En’âm, 102) ayetini ele alalım. İlk bakışta ayetteki “her şey” ifadesinin her şeyi kuşattığı akla geliyorsa da usulcüler bu ifadenin akılla tahsis edildiğini söylerler; çünkü Allah kendi zatının ve sıfatlarının yaratıcısı değildir. Mutezile’ye göre “her şey”in kapsamı daha da dardır; çünkü onlara göre Allah kul fiillerinin ve şerrin de yaratıcısı değildir.

Kur’an’da umum ifade eden lafızlar üzerine düşünüldüğünde –haydi hepsi demeyelim; ama- kâhir ekseriyetinin kapsamından bazı fertlerin dışarıda kaldığı görülecektir. “Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz… ile evlenmek size haram kılındı.” (en-Nisa, 23) ayetindeki “anneler, kızlar…” ve “Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın” (en-Nisa, 36) ayetindeki “hiçbir şey” lafızları gibi pür umum ifade eden lafızlar zannedildiği kadar çok değildir.

Şu halde kapsamı belirlenmeksizin herhangi bir umum lafzının derhal tatbike kalkışılmasının bizi yanlışa düşürmesi kaçınılmazdır. Mesela Kur’an-ı Kerim’de “Haram aylar sona erdiği zaman müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün.” (et-Tevbe, 9/5) buyrulur. Müşriklerin öldürülmesini âmir olan bu âyet, literal olarak incelendiğinde “müşrikler”, “bulduğunuz yerde” ve “öldürün!” lafızları umum ifade etmektedir. Âyetin kapsamı alabildiğine genişletilerek yorumlandığında nerede ve hangi dönemde yaşarsa yaşasın ve özel koşulları ne olursa olsun, imkân bulan her müslümanın bulduğu her müşriği öldürmekle yükümlü olduğu gibi bir anlam çıkması kaçınılmazdır. Nitekim klasik dönemde bazı müfessir ve fakihler, bu hataya düşerek seyf âyeti olarak bilinen bu âyetle Kur’an’da hoşgörü ve barış namına ne kadar âyet varsa hemen hepsinin bu âyetle neshedildiğini, bu âyetin nüzulünden itibaren müslümanlarla kâfirler arasındaki tek geçerli statünün savaş statüsü olduğunu ve müslümanlarla kafirler arasında barışın ancak geçici olarak tesis edilebileceğini savunmuşlardır. Görüldüğü gibi bir umum lafzına biçilen kapsam, savaş sebebi bile olabilmektedir. Nitekim günümüzde bu ve benzeri ayetleri en geniş kapsamıyla yorumlayan ve nüzul bağlamını hiçe sayan militarist selefiler, Orta Doğu'yu kan gölüne çevirmişlerdir.

Halbuki bu ayet, antlaşma şartlarına uymayan müşriklere ağır bir tehditle başlayan Tevbe sûresinin baş kısmında yer almakta olup bir savaş ortamında indirilmiştir. Dolayısıyla müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozan Arap müşrikleri hakkında indirilmiş olan bu ayetten genel geçer bir hüküm çıkartarak Kur'an'daki barış ve hoşgörü temalı bütün ayetleri mensuh kapsamına almak isabetli bir yaklaşım olmasa gerektir.Vallahu a'lem.

Osman Güman, 19 NİSAN 2016

Yorumlar