Ana içeriğe atla

KAPSAM SORUNU (2)

Tedricin bir gereği olarak, asr-ı saadette şer’î düzenlemeler bir defada toptan gönderilmemiş ve şer’î hüküm ihtiva eden ayetler ve nebevî beyanlar bir takım olayların gerçekleşmesi veya bir mesele hakkında soru sorulması üzerine peyderpey gelmiştir. Gelen hükümlerin sebepleriyle sınırlı tutulması halinde pek çok ayet ve hadisin ilgili olay veya soru haricinde hiçbir beyanda bulunmaması gibi bir sonuç doğacaktır ki bu, dinin tarihüstü ve evrensel oluş keyfiyeti ile bağdaşmaz. 

Bu tehlikenin önüne geçmek için fıkıh usulünde “sebebin hususiliği hükmün umumîliğine engel teşkil etmez” ve “sebebin hususiliğine değil, hükmün umumiliğine itibar edilir” kuralları vaz edilmiş; böylelikle özel bir sebebe binaen varid olan bu hükümlere tarihüstü bir mahiyet kazandırılmıştır. Ancak bu konudaki aşırı hassasiyet, başka bir soruna yol açmış ve lafızların, mütekellimin maksudu doğrultusunda, kimi zaman daha geniş, kimi zaman da daha dar çerçevede anlaşılmasını sağlayan siyak ve haricî karinelere mesafeli durma sonucunu doğurmuştur.

Bundan dolayı nassların yorumunda siyaka önem veren ve bu kuralın bağlamsal anlamı devre dışı bırakacağının farkında olan bazı usulcüler, sebeb-i nüzul ile siyakın birbirine karıştırılmaması gerektiğini ifade etmişlerdir. Mesela İbn Dakikü’l îd şöyle der:

“Âmm lafzın karinelerle tahsis edilmesi ile sebeple tahsis edilmesi birbirine karıştırılmamalıdır; çünkü sebeple tahsis tercih edilen bir şey değildir. Zira sebebin hususi olması, nassın genel geçer bir hüküm koymasına mani değildir. Mesela “Hırsızlık eden erkek ve kadının elini kesin” ayeti belli bir hırsızlık olayı hakkında nazil olmakla birlikte bütün hırsızlıklar için geçerli bir hüküm içermektedir. Dolayısıyla sebep, lafzın umumunu kaldırmak için yeterli bir karine teşkil etmez. Siyak (harici bağlam) ise böyle olmayıp onun beyan etme ve tayin etme işlevi vardır. Siyak, mücmel ifadeleri beyan eder, ihtimalli ifadelerde ise ihtimallerden birini tayin eder. Kitap ve sünnetin lafızlarında ve günlük konuşmalarda siyaka itibar etmek gerekir.”

Siyak terimini kullanmamakla birlikte siyakın önemine işaret eden usulcülerden bir diğeri de Ebu İshâk eş-Şâtıbî’dir. O, Kur’an’ı anlayıp kavramak isteyen kişi için sebeb-i nüzûl bilgisinin iki sebepten dolayı gerekli olduğunu ifade eder.

a) Meânî ilmi (Anlambilim), muktezâ-yı hali; yani hitabın, konuşanın ve muhatabın durumunu ya da bunların tümünü bilmek etrafında döner. Çünkü tek bir sözün anlamı, iki ayrı duruma, iki ayrı muhataba ve başka faktörlere göre değişebilir. Bir soru, yerine göre onaylama, yerine göre kınama vb. anlamlar ifade edebilir. Bir emir siygası, mübah kılma, tehdit etme, aciz bırakma vb. maksatları ifade etmek için kullanılabilir. İşte anlamı belirleyen bu karineler nakledilmediğinde sözün anlamı tamamen veya kısmen buharlaşabilir. Bundan dolayı sözün söylenmesine sebep olan olayın bilinmesi, bu türden bütün anlama problemlerini ortadan kaldırır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında sebeb-i nüzûl bilgisi, vazgeçilmez araçlardandır. Çünkü sebebin bilinmesi, bir bakıma muktezâ-yı hâlin bilinmesi demektir.

b) Esbab-ı nüzulün bilinmemesi bazı anlama problemlerine yol açabilir ve ihtimale açık olan ifadelerin mücmel sayılmasına sebep olabilir, bu da o ayetin anlamı konusunda görüş ayrılıklarına yol açar.
Şu halde sebeb-i nüzul rivayetlerinin bilinmesi, siyakı ihtiva etmesi ve dolayısıyla sevk edilen hükümle hangi gayenin gözetildiğinin idrak edilebilmesi için önemlidir; fakat bu, hükümlerin her zaman sebepleriyle sınırlandırılacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla “lafzın umumuna itibar” kuralı faydalı ve gerekli olmakla birlikte, çok katı ve tavizsiz bir biçimde uygulanmasının literalizme yol açacağı nazardan dûr tutulmamalıdır.

Osman GÜMAN, 23 NİSAN 2016

Yorumlar