Yüksek lisansta Zihni Efendi’nin Nimet-i İslam’ı üzerine
çalıştığım esnada merhumun kunut dualarını açıklarken koyduğu iki dipnot hayli dikkati
çekmişti. Dipnotlara değinmeden önce halk arasında “İnna nesta’înüke” adıyla
bilinen ilk kunut duasının Hanefi fıkıh literatürünün genelinde nakledilen tertibini
zikredeyim:
اللهم
إنا نستعينك (ونستهديك) ونستغفرك ونتوب إليك (ونؤمن بك) ونتوكل عليك ونثني عليك
الخير كله نشكرك ولا نكفرك
(Bkz. Molla Hüsrev, Dürerü'l-hükkâm fî gureri'l-ahkâm, Dâru ihyâi'l-kitâbi'l-ArabîI, 113.; Tahtavî, Hâşiyetü't-Tahtâvî alâ Merâqi'l-felâh, I, 378; Meydanî, Lübâb, I, 76)
Zihni Efendi, “nestehdîke” cümlesi hakkında şöyle diyordu:
“Bu cümle bizim hıfzımızdaki kunutta bundan sonraki cümleden sonradır; o bundan evveldir. Me’hazde ve mütedavel olan kütüb-i fıkhiyyenin ağlebinde bu vechile mesturdur. Bizim mahfuzumuz olan tertip ise ancak Halebî’de ve Mecmau’n-enhur’dadır.” (Nimet-i İslam, Kitab-ı Salât, s. 355)
“nü’minü bike” cümlesi hakkında ise “Bu cümle dahi mafhuz olan kunutta bundan mukaddemki cümleden mukaddemdir.” diyordu. (Nimet-i İslam, Kitab-ı Salât, 356)
Zihni Efendi’nin bu iki dipnotunu okuyunca ezberimdeki kunut duasını gözden geçirdim ve Zihni Efendi’nin “bizim mahfuzumuz” dediği ile ezberimde olanın birebir örtüştüğünü gördüm. Bu duayı ezberlediğimizde Zihni Efendi İstanbul’da, ben Kayseri’de idik ve ezberlerimiz arasında en az 100 yıllık bir süre vardı. Buna rağmen ikimiz de aynı ezberi yapmıştık.
İki geç dönem Hanefi kaynağı haricinde tertip açısından ezberimizle birebir örtüşen bir rivayet olmamasına rağmen bizi aynı duada birleştiren şey ne idi? Haydi bana bu duayı öğreten hoca kitaplarda yazılı olanı bilmiyordu; Zihni Efendi’ye öğreten de mi öyleydi? Ayrıca Zihni Efendi, mahfuzundaki kunutun rivayet edilene uymamasından hiç gocunmuyor, ben kitaplardaki tertibi gördükten sonra ezberimi değiştirdim, bu şekilde okumaya başladım da demiyor, sadece bilgiyi tespit etmekle yetiniyordu.
O zaman şöyle bir fikir yürüttüm. Zaman ve mekan olarak aramızda yanlış üzerinde birleşmeye mani büyük bir fark olmasına rağmen her ikimize de aynı dua öğretilmişse bu haber-i vahidle ya da kitapta yazılı olanla değil; ancak amelî tevatürle izah edilebilir. Amelî tevatür yoluyla tevarüs ettiğimiz bir bilgi, haber-i vahid ile sabit olandan katbekat üstündür. Böyle bir durumda amelî tevatür bırakılıp zan ifade eden haber-i vahid esas alınamaz.
Muhtemelen İbrahim el-Halebî ve Damad Efendi de kendi ezberleri ile fıkıh kitaplarında yazılı olan kunut duaları arasındaki tertip farkını görünce benzer bir akıl yürütme ile kendi ezberlerindeki kunut duasını tevatüren sabit gördükleri için o şekilde yazmayı tercih etmiş olmalıdır. Aksi halde bu iki alimin rivayette hata etmiş olması ve bu kadar geniş bir coğrafyada insanların okudukları kunutu terk edip bu iki kitapta yazılı olanı esas almış olmaları pek ihtimal dahilinde gözükmemektedir.
Vallahu a’lem.
Osman Güman, 25.03.2018
Yorumlar