Ana içeriğe atla

MANA ve ANLAM (3)

Bir önceki yazıda dilin farklı yorumlara imkân veren tabiatı bağlamında bir ayete daha değineceğimi ifade etmiştim. Ancak öncelikle son derece yaygın olduğunu düşündüğüm bir yanılgıya işaret edeyim.

“Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur” kuralı mucebince hakkında nas varid olan konuların ictihada kapalı olduğu ve ictihadın yalnızca hakkında nas bulunmayan yeni meselelerle sınırlı olduğu zannedilir. Halbuki bu kuralda zikri geçen nas, ilk bakışta akla geldiği gibi, hüküm içeren ayet ve hadisler değil; fıkıh usulü literatüründeki "açıklık bakımından lafızlar" taksiminde zahir haricinde kalan “nas”, “müfesser” ve “muhkem” gibi, naslarda geçen ve anlamı ihtimale yer bırakmayacak derecede açık olan ifadelerdir. Hatta sıralamada zahirden sonra gelen nassın da -bir delil olmak kaydıyla- tevile müsait olduğu dikkate alındığında söz konusu kuralın yalnızca müfesser ve muhkem ifadeler için geçerli olduğu bile söylenebilir. Dolayısıyla bu taksimde yer alan diğer lafız türleri hakkında ictihada bir mani yoktur. Ancak burada ictihad ile kastettiğimiz, yeni bir meselenin hükmünü kıyas vb. yöntemlerle tespit faaliyetinden apayrı olup nassa bir anlam biçme çabasıdır. Yani bu, hükmü araştırılan nassa bir takım sorular sorup cevabını aramak suretiyle gerçekleştirilen bir fehm ictihadıdır.

Bu ön bilgiden sonra, dün sözünü verdiğimiz, hırsızlık suçunun cezasını düzenleyen Maide 38. ayet üzerine düşünelim: “Erkek olsun, kadın olsun hırsızlık yapanların ellerini, işledikleri bu suça karşılık Allah'tan ibretlik bir ceza olmak üzere kesin. Allah üstün kudret sahibidir, her hükmü ve fiil mutlak isabetlidir.”

Abdest ayeti gibi, bu ayet de son derece açık ve berrak görünüyor değil mi? Haydi birlikte test edelim:

* Hırsızlık (sirkat) nedir? Yankesici ve kefen soyucunun fiilleri hırsızlık kapsamına girer mi? 
* Sözü edilen fiilin hırsızlık sayılması için birinin mülkiyetinde bulunması gerekir mi?
* Fiilin hırsızlık sayılması için saklandığı yerden almak şart mıdır? Sözgelimi bir kimse birinin malını saklandığı yerden değil; cami penceresinin önünden veya masasından alsa veya otobüste unutulmuş bir cüzdana el koysa hırsızlık etmiş sayılır mı? 
* Hırsızlık cezasının tatbiki için bir nisap var mıdır? Yumurta çalmakla kasa soymak aynı hükme mi tabidir?
* Çalınan malda bir takım özellikler aranır mı? Mesela birinin bahçesinden maydanoz ve tere çalanla kilerinden buğday çalan arasında fark var mıdır? Birinin şarabını, domuzunu, gitarını, bağlamasını çalan kimseye hırsızlık cezası tatbik edilir mi?
* Aile içi hırsızlıkların hükmü nedir? Kadın kocasından; çocuk babasından bir mal çalsa ceza tatbik edilir mi? 
* Bir mekana girip çıkma izninin bulunması cezayı düşürür mü? Mesela temizlikçi çalıştığı evden; işçi işyerinden bir mal çalsa bunun hükmü nedir?
* Çalan kişinin ihtiyaç içinde olup olmamasının hükme etkisi var mıdır? Mesela, bir kimse aç olduğu için veya kıtlık yılında hırsızlık yapsa ceza tatbik edilir mi?
* Çalan kimse çaldığını itiraf etmese ve mesela “çalmadım, bulup aldım”, “kendi malım sandım” dese ceza tatbik edilir mi?
* Cezalandırılan kimsenin çaldığı malı sahibine iade etmesi veya harcamış/tüketmişse tazmin etmesi gerekir mi?
* Mal sahibi, çalınan malı hırsıza hibe etse ceza düşer mi?
* Ayette eydiyehumâ “ikisinin de ellerini” denildiğine göre hırsızın iki eli de mi kesilir; yoksa tek eli kesilse yeterli olur mu?
* Hangi el kesilir? Sağ mı, sol mu?
* Hırsızlığın birkaç kez tekrarlanması halinde verilecek ceza nedir?

Soruların sayısını artırmak mümkün; ama "arif olan anlar" fehvasınca bu kadarıyla yetinelim.

Not: 

Bazı arkadaşlar ayetlere bu tip sorular sormanın Bakara kıssasında zikri geçen “Nasıl bir inek keselim? Rengi ne olsun? Genç mi olsun, yaşlı mı?” vb. sorulardan farksız olduğunu söylüyorlar. Halbuki bu sorularla o sorular arasında can alıcı bir fark var. Yahudiler, o soruları sırf yokuş yapmak ve emri yerine getirmemek için bizzat Hz. Musa'nın şahsına yöneltmişlerdi. Bu sorular ise Allah'ın maksadını tam olarak anlayıp itaat etmeye matuf bir titizliğin ürünüdür. Kaldı ki bu soruları ben değil; fıkhın ilk iki asırlık oluşum sürecinde sahabe ve tabiin alimleri ve müctehid imamlar sormuşlar. Bir Allah'ın kulu da çıkıp “Yahu siz ne ayaksınız? Bakara kıssasındaki Yahudilerden ne farkınız kaldı sizin!” dememiş.

Yorumlar