Ana içeriğe atla

MEKASIDU’Ş-ŞARİ’ VE İKİ SORU(N)

İmam Malik ve Malikî mezhebi ile özdeşleşen ve Gazzalî’de ıstıslah şeklinde terimleştirilen maslahat temelli yaklaşımı, Asrı saadette, sahabe döneminde ve özellikle Hz. Ömer’in ictihadî uygulamalarında görmek mümkündür. Klasik dönem öncesi fıkıh metinlerinde de maslahat düşüncesinin izleri sürülebilir. Maslahat düşüncesinin gelişiminde Cüveynî, Gazzalî, İzz b. Abdüsselam ve Karafi’nin katkısı da büyüktür. Bununla birlikte maslahat ya da mekasıdu’ş-şari teorisi günümüzde Endülüs fukahasından el-Muvafakât sahibi Ebu İshak eş-Şatıbî’nin ismiyle özdeşleşmiş gibidir.

Bu teoriye göre dini hükümler arasında zaruriyyât, haciyyât ve tahsinîyyat olmak üzere önem sırasına göre üç ayrı hüküm kategorisi vardır. Zaruriyyât, adından da anlaşıldığı üzere varlığı zorunlu olan, olmazsa olmaz nitelikteki hükümlerdir. Haciyyât, hayatın idamesi için zaruriyyat kadar olmasa da gerekli olan ve yokluğu meşakkate yol açan hükümlerdir. Tahsiniyyat ise hayatın idamesi için gerekli olmasa da ahlâkî bir hayat sürmek için gerekli olan, bir bakıma dinin etik ve estetik tarafını temsil eden hükümlerdir.

Zaruriyyât kapsamına giren hükümlerin usul eserlerinde dini, canı, malı, aklı ve nesli korumak şeklinde beş türe ayrıldığı ifade edilir. Bazı usul eserlerinde nesil ile birlikte ırz kelimesi de zikredilir. Ancak bu ikisini de zikreden müelliflerin nesil ve ırzı tek bir madde mi yoksa birbirinden bağımsız iki ayrı madde mi olarak değerlendirdikleri pek açık değildir. Haciyyâta alışveriş, kira, selem ve ıstısna gibi akitlerin mübah kılınması, tahsiniyyata ise setr-i avret örnek verilebilir.

Bu tasnif ilk bakışta zannedilenin aksine farz-vacip-mendub gibi bir sıralama değildir. Nitekim örneklere bakıldığında haciyyat için zikrettiğimiz örneklerin mübah, tahsiniyyat için verdiğimiz setr-i avret örneğinin ise farz olması bunu göstermektedir.

Bu hiyerarşinin faydası iki ayrı kategoriden iki hüküm birbiri ile çatıştığında ortaya çıkar ve üst kategorideki hüküm esas kabul edilerek bir alt kategoride yer alan hüküm geçici olarak askıya alınır. Mesela zaruret içinde olmayan bir Müslümanın domuz eti yemesi haram olup bu –Allahu a’lem- tahsiniyyât kapsamında yer alan bir hükümdür. Ancak açlıktan ölmek üzere olan kişi için hayatta kalmak daha önemli bir amaç olduğu için domuz eti yeme yasağı paranteze alınarak bu kişinin domuz eti yemesi mübah hale gelir.

Çatışmaya dair bir diğer örnek verelim: Setr-i avret, farz olmakla birlikte tahsinîyyât kapsamında yer alır. Ancak tedavi olmak için avret yerini açmak gerektiğinde setr-i avret hükmü tedavi için askıya alınabilir. Çünkü kişinin hayatını idame ettirebilmesi için hastalığını tedavi ettirmesi zorunludur.

Bu üç kategori arasındaki çatışmayı hükmün hangi kategoriye girdiğini tespit etmek suretiyle aşmak nispeten kolaydır; ancak burada çözümü pek de kolay olmayan bir sorun vardır. Çatışma, iki ayrı kategoride değil de aynı kategoride gerçekleşirse tercih nasıl olacaktır; mesela dini korumak ile canı korumak veya malı korumak ile canı korumak ya da aklı korumak ile canı korumak arasında kalan kişi nasıl bir tercihte bulunacaktır?

Zaruriyyâtı hamse olarak bilinen bu beş maddenin fıkıh usulü literatüründeki sıralaması görüldüğü kadarıyla güçlüden zayıfa doğru olmayıp rastgeledir. Çünkü literatürde bunların sıralamasında bir birlik olmadığı gibi, –bildiğim kadarıyla- bunlar arasında çatışma olması halinde ne yapılması gerektiğine dair bir izah da yoktur.

Yazıyı tam burada bitirerek Mekteb-i Usul takipçilerine iki soru sorayım: 

1) Zaruriyyat, mekasıd-ı hamseden mi ibarettir ya da bu tasnif geliştirmeye açık mıdır?
2) Size göre zaruriyyat kapsamında sayılan din, can, akıl, mal ve nesil arasındaki önem sırası nasıl olmalıdır?

Not: Bir sonraki yazıda bu konudaki kanaatimi açıklayacağım. Şimdilik söz sizde.

Yorumlar