Ana içeriğe atla

MÜCTEHİDLERİN TURNUSOLU: SAHABÎ KAVLİ

Fıkıh tarihinde ehl-i rey ve ehl-i hadis olmak üzere iki ana akım vardır. Hanefî ve Malikî mezhepleriyle temsil edilen ehl-i rey, kıyas, maslahat, istihsan gibi aklî delilleri daha fazla kullanmakla öne çıkarken Şafiî, Hanbelî ve Zahirî mezhepleriyle temsil edilen ehl-i hadis olaylarla nasslar arasında birebir ilişkiler kurarak her bir olayı doğrudan bir nassa bağlamaya meyillidir.

Sahabeden müctehid imamlara intikal eden hazır görüşler olması bakımından sahabî kavlini naklî delil; bir ictihad ürünü olması bakımından ise aklî delil olarak kabul etmek mümkündür. Bu itibarla sahabî kavli akıl ve naklin kavuşum ya da ayrılış noktasıdır.

Bu iki yönlülüğünden dolayı sahabî kavli konusunda müctehidler ilk bakışta kendilerinden beklenmeyecek tutumları benimsemiş gibi gözükürler. Şöyle ki reyi meşru sayan ve rey kapsamındaki delillere sıkça başvuran Ebu Hanife ve İmam Malik, sahabî kavlini bağlayıcı bir delil sayar. Halbuki sözgelimi Ebu Hanife’den sahabî kavli konusunda “onlar adamsa biz de adamız” gibi bir tavır beklenirdi.

Ehl-i reye karşı haber-i vahidin hücciyeti ispatlamak için amansız bir mücadele veren Şafii ise sahabî kavlini bir delil olarak kabul etmez. Halbuki ondan beklenen, Hz. Peygamber’in terbiyesinden geçmiş bir nesil olan sahabenin görüşlerine haber-i vahid kadar olmasa bile ona yakın bir değer atfetmesidir.

Bu resim, ilk bakışta yadırgatıcı gelse de aslında yadırganmaması gereken bir resimdir. Çünkü Ebu Hanife Kufe’de İbn Mes’ud’un başlattığı fıkıh geleneğinin; İmam Malik ise Medine’de Hz. Peygamber’den miras kalan amelî sünnetin/geleneğin takipçisidir. Dolayısıyla her iki ekol de gelenekleri aracılığı ile kendilerine intikal eden fıkıh mirasına bağlı kalmış ve haber-i vahid ile çelişmesi halinde gelenek görüşünü benimsemiştir. Haber-i vahidin kabulü için özellikle bu iki mezhepte muhtevaya yönelik ağır şartlar koşulması boşuna değildir.

Buna karşı Şafiî, haberin sıhhati için maddî ittisali; yani haberin rivayet zincirinde kopukluk olmamasını ve ravilerin adil olmasını yeterli görmüş ve “hadis sahih ise benim mezhebim odur” diyerek haber-i vahidi, -sahabî kavli de dahil olmak üzere- diğer bütün delillerden üstün tutmuştur. Yani Ebu Hanife ve Malik, sahabenin denetiminden geçerek sonraki nesillere intikal eden fıkıh mirasını sürdürmekten yana tavır alırken Şafiî, haber-i vahid hatırına iki asrın fıkıh mirasını görmemeyi yeğlemiştir. Hulasa edersek bu tartışmada sahabî kavlinin karşısında yer alan şey –evvel emirde- rey değil; haberi vahid olup ehl-i reyin temsilcileri sahabi kavline, yani süregelen geleneğe; Şafiî ise haber-i vahide taraf olmuştur.

Ahmed b. Hanbel’e gelince o, -sahabî kavli de dahil olmak üzere- seleften intikal eden bütün rivayet ve görüşlere saygılıdır ve onlardan her birinin kendisine nispet edilebileceği konusunda açık çek verir. Bunun içindir ki bir konuda birbiriyle çelişik üç rivayet veya üç sahabî kavli varsa Hanbelî kaynaklarında her üç rivayet ve görüşün de Ahmed b. Hanbel’in görüşü olduğuna dair rivayetlere rastlanır. Ahmed b. Hanbel’in rivayetlere ve selefin görüşlerine karşı “Ne olursan ol yine de gel!” mottosuyla ifade edebileceğimiz engin hoşgörüsünden dolayı Hanbelî ekolündeki görüşler yelpazesi diğer üç mezhebi kuşatacak kadar geniş olmuştur.
Vesselam!

Yorumlar