Ana içeriğe atla

NASSLARDAKİ ŞİFAHİ HİTAPLARI MUHATABI KİM(LER)DİR? (2)

Bir önceki yazıda, nasslardaki şifahi hitapların, emir ve yasakların doğrudan muhatabının o dönemde mevcut olan insanlardan mı ibaret olduğu, yoksa sonraki nesillerin de bu hitaba doğrudan muhatap mı olduğu hususunda başlıca iki görüş olduğunu ifade etmiş ve Cüveynî ile Gazzalî’den konuya dair iki geniş pasaj aktarmıştık. Bu yazıda her iki görüşün delillerine yer vereceğiz.

Nassların lafız itibarıyla nüzul dönemi ve sonrasındaki herkes için aynı derecede geçerli olduğunu savunan usulcülerin başlıca delilleri şunlardır:

1. Kur’an-ı Kerim’de “Bu Kur’an, bana hem sizi, hem de mesajının ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedilmiştir” (el-En’âm, 19) buyrulmuştur. Bu ayetin zâhiri, Kur’an’da belirli bir şahsa özgü olan herhangi bir hükmün bütün insanlık için geçerli olduğunu ifade eder. Bu ise ancak Kur’an’ın lafzıyla herkesin mükellef olması durumunda söz konusu olabilir.

2. Kur’an-ı Kerim’de “Seni de (başka değil), ancak bütün insanlara şamil bir risaletle rahmetimizin müjdecisi, azabımızın habercisi olarak gönderdik” (Sebe, 28) buyrulmuştur. Hanbelî usulcülerinden Ebû Ya’lâ el-Ferrâ, ayetin bu görüşe delil oluş keyfiyetini “Gönderme (irsâl), gönderilen hükümleri ve kendisine gönderilen kişileri kapsar” diyerek açıklamıştır.

3. Hz. Peygamber’in “Tek bir kişiye yönelik olan hitabım, esasında topluluğa yöneliktir; tek bir kişi için verdiğim hüküm de esasında topluluk için geçerlidir” buyurduğu nakledilmiştir.

4. Hz. Peygamber (s.a.v.) tek kişiye özgü olarak bir hüküm verdiğinde bu hükmün sadece onun için geçerli olacağını özellikle vurgulamıştır. Mesela Ebû Bürde’ye “altı aylık keçi yavrusu (kurban olarak) sana yeter; senden sonra başkasına yetmez” buyurmuştur. Yine ezberinde olan Kur’an sureleri mehir sayılmak suretiyle evlenen sahabîye “Bu yalnızca sana verilmiş bir ruhsattır; senden sonra hiç kimse bu ruhsattan yararlanamaz” buyurmuştur. Keza ipek giyinmek müslüman erkekler için yasaklanmış iken kaşıntısı sebebiyle Zübeyr İbnü’l-Avvâm’ın ipek giyinmesine izin vermiştir. Bütün bu rivayetler, bir hükmün, hakkında varit olduğu kişiyle sınırlandırılmasını gerektiren özel bir durum yoksa ilgili hükmün herkes için geçerli olduğunu göstermektedir.

5. Sahabenin kendi dönemlerinde meydana gelen olaylara ilişkin icmaları da buna delildir. Mesela zina konusunda Mâiz olayını; ceninin düşürülmesi konusunda Hamel b. Mâlik’in anlattığı olayı; mehir belirlenmeden evlenen ve kocası ölen kadının durumuyla ilgili olarak Birva‘ bt. Vâşık olayını; cizye koymak konusunda Hz. Peygamber’in Hecer Mecusileri hakkındaki uygulamasını esas almışlar ve onlardan hiçbiri söz konusu hükümlerin olaylarda adı geçen şahıslara özgü olduğunu iddia etmemiştir. Sahabenin bu uygulamaları hükümler konusunda herkesin eşit olduğunu göstermektedir.

6. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ben kızıl ve esmer tenli herkese gönderildim” ve “Tek kişi için verdiğim hüküm, aynı zamanda cemaat için verdiğim hükümdür” buyurmuştur. Cemaat lafzı onun döneminde var olan ve sonrasında var olacak olan herkesi kapsar. Kendi dönemindekiler için verdiği hüküm sonrakiler için geçerli olmasaydı bu, zâhire muhalif olurdu.

Nasslarda yer alan hitap ve emirlerin doğrudan muhataplarının Hz. Peygamber’in çağdaşları olduğunu ve nassların sonraki nesillere yönelik hitabının icma ve kıyas gibi harici delillerle dolaylı olarak sabit olduğunu savunan usulcüler ise görüşlerini şu delillere dayandırmışlardır:

1. Vahiy dönemi sona erdikten sonra dünyaya gelecek olanlar vahyin indiği sırada mevcut değillerdir. O sırada mevcut olmayan kişiye ne insan, ne de mümin denilebilir. Dolayısıyla “ey insanlar!” ve “ey iman edenler!” gibi hitaplar [dil kuralları gereğince] onları kapsamaz.

2. Bir kimse yanında bulunan eşlerine veya kölelerine hitaben “hepiniz boşsunuz” veya “hepiniz özgürsünüz” dediğinde onlardan yalnızca yüzü kendisine dönük olanlara ve hitap etmeyi kastettiklerine hitap etmiş olur. Kime hitap ettiğini ise tavırları ve bakışları tayin eder. Yine yanında bulunan köle ve çocukların tümüne birden “Atlarınıza binin!” diye emrettiğinde sadece ata binebilecek durumda olanlara hitap etmiş olur. Dolayısıyla onun hitabı sadece kastettiği kişileri kapsar. Kastını belirleyen şey ise ya kullandığı lafızlar ya da içinde bulunduğu durumdur.

Nasslardaki hitapların o dönemde mevcut ve daha sonra var olacak olan herkesi şamil olduğuna dair serdedilen delillere ise şöyle cevap vermişlerdir: “Seni de (başka değil), ancak bütün insanlara şamil bir risaletle rahmetimizin müjdecisi, azabımızın habercisi olarak gönderdik” âyeti Hz. Muhammed’in risâletinin icmâlen herkes için sabit olduğuna delalet eder; tek tek bütün hükümlerde herkesin eşit olmasına ise delâlet etmez.

“Ben bütün insanlara gönderildim”, “Ben Arap olan ve olmayan herkese gönderildim”, “Tek bir kişi için verdiğim hüküm cemaat için verdiğim hükümdür” vb. bütün dönemleri kuşatma iması taşıyan nasslar da böyle olup bütün insanların tek tek bütün hükümlerde eşit olmasını gerektirmez. Çünkü Hz. Peygamber, kölelere, özgürlere, hayızlı ve temiz kadınlara, hasta ve sağlıklı kişilere, bunların her birine özgü hükümleri öğretmek için gönderilmiştir.

Ayrıca Hz. Peygamber’in “Benim tek kişi için verdiğim hüküm cemaat için verdiğim hükümdür” sözü sadece kendi dönemi için geçerlidir. Çünkü cemaat, o dönemde var olanlardan ibarettir; sonrakileri kapsamaz.

Geç dönem mütekellimîn usulcülerinden Zerkeşî, usulcüler arasında cereyan eden bu tartışmanın lafzî olduğunu ve pratiğe yansıyan herhangi bir sonucu bulunmadığını söyleyerek iki görüşü uzlaştırmaya çalışmış ve görüşünü İbn Dakîkül‘îd’den aktardığı şu iki pasaj ile desteklemiştir: a) “Nassların o dönemdeki muhataplara mahsus olduğunu savunanlar, muhatapların özel durumlarını dikkate alıyor ve onların niteliğine sahip olmayanları ancak haricî bir delille onların kapsamına dahil ediyor olmalıdırlar. Bu, bir şahıs olarak ayrı ve özel olmanın ötesinde ve ondan çok daha özel bir şeydir. Çünkü hükümlerde (durumların değil de) şahısların dikkate alınması genellikle bütün fertler değil, çoğunluk esasına göre olur.” b) “Şifahî hitapların muhataplardan başkasını şamil olup olmadığı meselesi çok da neticesi bulunmayan bir meseledir. İyi düşünüldüğünde bu konuda öze ilişkin bir görüş ayrılığı olmadığı açıktır. Çünkü yapılacak şey şu iki seçenekten birisidir: Ya lafzın dil kuralları itibarıyla anlamına bakılacaktır ki lafzın, muhataptan başkasını kapsamadığı açıktır ya da “ilgili meselede hükmün umumuna dair özel bir delil bulunmadığı sürece hüküm muhatap ile sınırlı tutulur” denilecektir. Ancak böyle bir şey söylenemez; çünkü biz kesin olarak biliyoruz ki tahsis delili bulunmadığı sürece şeriatın hükümleri umumîdir.”

Geç dönem usul eserlerinde bu tartışma ya bir iki cümleyle geçiştirilmiştir ya Zerkeşi’nin yaptığı gibi uzlaştırma yolu tercih edilerek nassların sonrakileri icma veya kıyas gibi ekstra bir delil ile kapsadığı görüşü etkisizleştirilmiş ya da tartışma tamamen görmezden gelinmiştir. Günümüz usul eserlerinin çoğunda bu tartışmaya atıf bile yapılmadığı söylenebilir.

Not: Bu yazı görüşlerden birini diğerine tercih amacıyla değil; görüşlerin ayrıntılı olarak tespiti amacıyla yazılmıştır. Ayrıntılı değerlendirme ve tercih inşallah bir sonraki yazıda gelecektir.

Yorumlar