Ana içeriğe atla

NASSLARDAKİ ŞİFAHİ HİTAPLARIN MUHATABI KİM(LER)DİR? (1)

Konuşanın sözüyle neyi kastettiğini anlamaya yardımcı olan her türlü unsur siyak kapsamında yer alır. Bu noktada konuşanın kimliği, sözün söylendiği ortam ve sözün söylenmesine sebep olan olayın bilinmesi kadar muhatabın kimliği ve mensup olduğu kültürün bilinmesi de önemlidir. Çünkü iletici/verici konumunda olan kişi, mesajın alıcı tarafından anlaşılıp kavranabilmesi için muhatabının kavrayış düzeyini dikkate almalıdır.

Kur’an-ı Kerim, -yaratılmış olup olmadığı tartışmalarından sarf-ı nazar- sözlü bir hitaptır ve hitap içeren pek çok âyeti muhtevidir. Hz. Peygamber’in hadisleri de geneli itibarıyla bir veya bir kaç kişiye hitaben sadır olmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de yer alan “Ey insanlar!”, “Ey iman edenler!” vb. hitaplar, günümüzde çoğu kişi tarafından “Ey bütün insanlık!”, “Ey halihazırda iman etmiş ve kıyamet gününe kadar iman edecek olan herkes!” gibi en geniş çerçevede anlaşılıp yorumlanmakta ve Kur’an-ı Kerim’in, nüzul döneminde mevcut olan ve olmayan herkese doğrudan hitap ettiği yolunda yaygın bir kanaat bulunmaktadır.

Buna karşın Kitap ve sünnette yer alan bu hitapların doğrudan muhatabının kim olduğu meselesi özellikle mütekellimîn fıkıh usulü literatürünün umum-husus bahislerinde ciddi tartışmalara konu olmuş, bir kişiye yönelik olan hitap ve emirlerin topluluğa yöneltilmiş sayılıp sayılmayacağı, sahabeye yönelik hitapların kapsamına sonraki dönem müslümanlarının doğrudan dahil olup olmayacağı ve Hz. Peygamber’e yönelik hitapların kapsamına ümmetinin dahil olup olmadığı gibi hususlar tartışılmıştır.

Bu tartışmada başlıca iki görüşten söz etmek mümkündür: 
Birinci görüşe göre bu hitaplar, dil kuralları gereğince hitap sırasında mevcut olan ve doğrudan hitap edilen kişilerden başkasını kapsamaz, dolayısıyla bu çerçevedeki nassların, başkalarını kapsayabilmesi için, icmâ ve kıyas gibi hükmü genelleştirici özel bir delil bulunması gerekir. Şâfiî ve Mutezile usulcülerinin de aralarında bulunduğu usulcülerin kâhir ekseriyeti bu görüştedir. Cüveynî’nin şu ifadeleri bu görüşü çok iyi özetlemektedir:

Bilesin ki Allah Resulü döneminde varit olan bir hitap onun döneminde yaşayanlara yöneliktir ve o gün mevcut olan mükelleflere özgüdür. Onlara yönelik olan bu hitapların kapsamına daha sonraki insanlar, kat’î bir delâlet bulunmadığı sürece dahil olmazlar. Buna “Ey insanlar!”, “Ey basiret sahipleri” vb. hitaplarla başlayan ayetlerle “Gücü yeten her (mümin) kişinin Kâbe’yi ziyaret (hac) etmesi Allah’a karşı ifa edilmesi gereken bir vecibedir” gibi ayetleri örnek verebiliriz. Bu söylediğimiz Kur’an’da yer alan bütün emirler için geçerlidir. Bu âyetlerin zahiriyle amel edecek olsak bütün bu emir ve hitapları Allah Resulü’nün çağdaşı olan insanlara tahsis ederdik. Çünkü hitabın kendisiyle kayıtlandığı nitelikler ancak var olan kişilerde tahakkuk edebilir. Bununla birlikte Allah Resulü döneminde yaşayanlara yönelik olan bu hitapların kapsamına sonrakilerin de dahil edileceği konusunda bütün müslümanlar icma etmişlerdir. Aksi halde şeriatı (dinin bütün ahkâmını) vahyin nüzulüne şahit olan sahabe nesli ile sınırlı tutmamız gerekirdi. İşte bu icma delilinden dolayı biz bu hitabı ilk nesilden sonraki nesillere de taşıdık.”

Aynı görüşü benimseyen Gazzâlî'nin ifadesi ise şu şekildedir:
“Kur’an-ı Kerim’deki “ey iman edenler!”, “ey insanlar!” vb. hitap siygalarıyla varit olan hükümler, evvel emirde Allah Resulü döneminde mevcut olanlara yöneliktir. Bu hüküm ve emirlerin daha sonrakiler için geçerliliği “Allah Resulü döneminde sabit olan bütün hükümlerin kıyamet gününe kadar ve her mükellef için geçerli olduğuna” delalet eden haricî bir delil bulunmasına bağlıdır. Aksi halde hükümlerin o dönemde mevcut olmayanlar için geçerli olması sadece lafızdan çıkarılamaz. Hz. Peygamber döneminde sabit olan hükümlerin daha sonraki asırlar için de geçerli olduğu hususu nassların lafzıyla değil, haricî karinelerle anlaşılmıştır. Çünkü salt lafızlar, buna kesin bir şekilde delalet etmemektedir.

İkinci görüşe göre ise bu sözler, tek bir kişiye veya Hz. Peygamber’in şahsına da yönelik olsa prensipte bütün ümmete şamil sayılır; dolayısıyla içerilen hükmün zikri geçen muhatap ile sınırlanabilmesi için tahsis edici yani muhatapları sınırlayıcı bir delil bulunması gerekir. Hanbelî usulcülerinin tercihi bu yöndedir. 

İlk dönem Hanefî usullerinde Hanefîlerin bu konuda hangi görüşü benimsediklerine dair sarih bir ifadeye rastlanmamıştır. Bundan dolayı geç dönem usullerinde Hanefîlerin hangi görüşte oldukları hususundaki rivayetler farklılık arzetmektedir.

Yorumlar