“Her nerede ve her kimle konuşursam konuşayım şunu tespit ettim ki aynı görüşü paylaştığım veya farklı düşündüğüm çoğu kimse, beni sadece ve sadece kendi söylediğine tabi olmaya ve sözünü tasdik etmeye davet ediyordu. Çoğu insanın yaptığı gibi, şayet sözlerini tasdik edip onaylarsam beni kendisiyle aynı görüşte kabul ediyordu; söylediği sözün tek bir harfine karşı çıksam veya yaptığı tek bir işe mesafeli dursam derhal beni muhalif diye yaftalıyordu. Söylediği veya yaptığı herhangi bir hususta “Ama Kitap ve sünnet böyle demiyor” desem “haricî”; tevhide dair bir hadis okusam “müşebbihe”; rü’yetullah’a dair bir değerlendirme yapsam “salimî”; imana dair konuşsam “mürcie”; amellere dair konuşsam “kaderiyye”, marifete dair söylesem “kerramiyye” oluveriyordum.
Ebu Bekir ve Ömer’in faziletine temas etsem derhal “Nâsıbî”, Ehl-i beytin faziletinden dem vursam “Rafizî” damgasını yiyordum. Bir ayet veya hadisin açıklaması sorulduğunda lafzî bir yorum yapsam “Zahirî”; zahirin dışında bir yorum yapsam “Batınî”; tevil ederek cevap versem “Eş’arî”; her ikisini de reddedersem bir çırpıda Mutezilî ilan ediliyordum.
Kıraat gibi bir sünnete dair söz söylesem “Şafiî”; kunuta dair söylesem “Hanefi”; Kur’an’a dair söylesem “Hanbelî” oluveriyordum. Her birinin benimsediği haberler konusunda bir tercihe gitsem –ki hüküm ve hadis konusunda kayırmacılık diye bir şey yoktur- adım “imamlara ta’n etti”ye çıkıveriyordu.
Yaşadıklarım beni şaşkına çevirmişti; çünkü canları neyi isterse bana o adı takıyorlardı ve hangisine muvafakat etsem ötekiler bana düşman kesiliveriyordu. Onların hepsinin suyuna gitsem bu sefer de Allah’ın öfkesine maruz kalacaktım ve bu durumda kimsenin bana bir faydası dokunmayacaktı...” (Metin bazı tasarruflarla çevrilmiştir.)
Abdurrahman b. Batta’ya ait olan bu sözler, İmam Şatıbî’nin el-İtisam adlı eserinin giriş kısmında yer almakta olup müellif, kendi yaşadıklarının da bu sözde anlatılanlarla büyük benzerlik taşıdığını ifade etmektedir.
Günümüzde dinî, siyasî vesair aktüel değeri olan hemen hemen bütün meselelerde ifrat ile tefrit arasında bir denge tutturmaya çalışan ve itidali benimseyen herkes aşağı yukarı bu paragrafı duygularına tercüman bulacaktır.
Ortada bir noktada durmaktansa uçta yer alan görüşlerden birini benimsemek daha kolaydır ve insanlar genellikle bunu tercih etmektedir. Ortadakiler ise çoğu zaman uçlarda yer alan kişilerin hışmına uğramakta ve başlıkta da ifade ettiğimiz üzere ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranamamaktadır.
Ne yazık ki “Ya benimsin, ya toprağın!” sözünde ifade edildiği gibi, çoğu zaman iki seçenekten birini seçmeye zorlanıyoruz. Mezhepçi-mezhep karşıtı; gelenekselci-modernist, ehl-i rey-ehl-i hadis, hadis taraftarı-hadis karşıtı, indirilmiş din-uydurulmuş din vesair karşıtlıklar arasına sıkıştırılmışız ve bu zıt görüşler arasında bir tür uzlaştırmaya gitmemiz halinde iki tarafın da eleştiri oklarına hedef olmaktan kendimizi kurtaramıyoruz.
Mezhebin sınırları içinde kalsak "mezhepçi"; mezhebi aşan bir yorum yapsak "selefi/mezhepsiz" addeliyoruz. “Gelenek din değildir” desek modernist; “gelenek önemlidir, yok sayılmamalıdır” desek gelenekçi ilan ediliyoruz. Bağlamdan dem vursak “tarihselci”; literal/gramatik anlama vurgu yapsak zahirî oluyoruz.
Hâlbuki klasik ahlâk teorisine göre erdem itidalde saklıdır. Şöyle ki insanda öfke, arzu ve akıl gibi kuvveler vardır. Öfke gücünün iki aşırı ucunda atılganlık (pervasızlık) ve korkaklık vardır. Bu iki duygunun denge noktası şecaattır. Arzu gücünün iki ucunda arzuların sönmesi ve ihtiras vardır. Bu iki duygunun denge noktası iffettir. İsraf ile cimrilik arasındaki denge noktası bir açıdan iktisad, bir diğer açıdan cömertliktir. Zulüm ile merhamet arasındaki denge noktası ise adalettir.
Gel gör ki insanların genelinde “Taraf olmayan bertaraf olur”, “Ya benimsin ya toprağın!” sözlerinde ifadesini bulan siyah-beyaz zıtlığına dayalı bir felsefe hâkimdir. Hâlbuki siyah ile beyaz arasında grinin binlerce tonu vardır.
Şunda kuşku yok ki uçlardan uzaklaşıp kendine ortada bir yer bulmaya çalışan insanların yükü ağır, çilesi büyük. Ama varsın olsun, hakkın âlî hatırı için bu çileyi çekmeye değer!
Osman Güman, 31 Mart 2017
Yorumlar