“Şatıbî’nin Düşüncesinde Bağlamsal Yorum” başlıklı yazımızda Şatıbî’nin nassların yorumunda siyak-sibak bağlamı (paragraf/konu bütünlüğü) ve sebeb-i nüzul rivayetlerinde saklı olan tabii bağlama önem verdiğini ifade etmiş ve bununla da yetinmeyerek arabilik ve ümmilik terimleri üzerinden sosyo-kültürel bağlama da dikkat çektiğini vurgulamıştık. Şatıbî’nin arabilik ve ümmilik terimlerine hangi muhtevayı yüklediğine geçmezden evvel Şatıbî öncesinde arabilik ve ümmiliğin ne idiğini bilmekte fayda vardır.
Bazı ayetlerde Kur’an’ın arabiliğine vurgu yapılarak “anlayıp kavramanız için” (Yusuf, 12), “Arapça okunup tebliğ edilen, dolambaçlı ifadeler içermeyen bir hitap olarak” (Zümer, 28) vb. ifadelere yer verilmiştir. Şatıbî öncesindeki literatür incelendiğinde Kur’an’ın arabîliğinin, kelime dağarcığı, üslup ve Arap dilinin diğer dillerden üstünlüğü olmak üzere başlıca üç konu ile ilişkilendirildiği söylenebilir:
a. Kur’ân’ın Kelime Dağarcığı
Ulûmu’l-Kur’an literatüründe Kur’an-ı Kerim’in kelime dağarcığında Arapça olmayan kelimelerin bulunup bulunmadığına dair bir tartışma vardır. İmam Şafii’ye göre Kur’an-ı Kerim’de yabancı hiçbir kelime yoktur. Şafii, kendi görüşünün doğruluğundan öylesine emindir ki karşıt görüş hakkında “İlim konusunda öyle kimseler görüş belirtmişlerdir ki onlar bazı konularda susup hiçbir kanaat belirtmeseler daha iyi bir şey yapmış olur ve hiç olmazsa selamet yolunu tutmuş olurlardı. Bu kişilerden biri, “Kur’an’da yer alan kelimelerin bir kısmı köken itibarıyla Arapçadır, bir kısmı ise yabancı dile aittir” demiştir. Hâlbuki Allah’ın Kitabında Arap lisanıyla olmayan hiçbir şey yoktur” demektedir. Şâfiî’nin bayraktarlığını yaptığı bu görüş özellikle Şâfiî ve Hanbelî usulcüleri tarafından benimsenmiş ve Kur’an’ın arabiliğine temas eden âyetlerin Kur’an’da yabancı kelime bulunmadığına delalet ettiği ileri sürülmüştür. Mesela Hanbelî usulcü Ebu Ya’lâ el-Ferrâ usulünde şöyle demiştir: ““Biz onu anlayıp kavramanız için Arapça okunup tebliğ edilen bir hitap olarak indirdik” (Yusuf, 12) ve “Onu Arapça okunup tebliğ edilen, dolambaçlı ifadeler içermeyen bir hitap olarak indirdik” (Zümer, 28) ve bu anlamı içeren daha pek çok ayet-i kerime ile Kur’an’ın tamamının Arapça olduğu ve onda Arapça haricinde hiçbir unsur bulunmadığı sabit olmuştur.”
b. Kur’an’ın Üslubu
Kur’an’ın arabîliği argümanına başvurulan konulardan bir diğeri Kur’an-ı Kerim’de mecaz kullanımlar bulunup bulunmadığı tartışmasıdır. Usul literatüründe Davud b. Ali, Ebû İshâk el-İsferâinî ve Ebu Müslim el-İsfahânî gibi bazı fakih ve usulcülerin Kur’an’da mecaz kullanımlar bulunmadığını savundukları nakledilmiş; İbn Teymiye de dilde mecaz olmadığını dair uzunca bir risale yazarak risalesinde Seyfeddin Âmidî’nin el-İhkâm’daki konuya dair ifadelerini aynen nakledip her bir pasaja ayrı ayrı cevap vermiştir.
Buna karşın usulcülerin geneli Allah’ın Kur’an’da Araplara kendi dilleriyle; bildikleri mana ve üsluplarla hitap ettiğini ve dolayısıyla Kur’an’da mecaz bulunduğunu savunmuş ve delilleri arasında meâllerini yukarıda zikrettiğimiz âyetlere de yer vermişlerdir. Mesela Ebubekir el-Cessâs konuyla ilgili birkaç ayeti aktardıktan sonra görüşünü “Arap dilinde zikrettiğimiz mecaz ve istiare türleri olduğuna ve Allah bize Arap dilinde mevcut olan üsluplarla hitap ettiğine göre Kur’an’da da mecaz üslubu vardır” diyerek temellendirmiştir.
Kur’an’ın arabî üslubu ile ilişkilendirilen konulardan bir diğeri “nadir durumların umum lafızlarının kapsamına girip girmeyeceği” meselesidir. Kimi usulcüler, konuşma sırasında konuşanın ve dinleyenin aklına gelme ihtimali çok az olan nadir durumların umum lafızlarının kapsamına dahil olmayacağını savunurken bazı usulcüler de, bunun Kur’an-ı Kerim açısından söz konusu edilemeyeceğini; çünkü Allah hakkında akla gelmeme ihtimalinin düşünülemeyeceğini ifade etmişlerdir. İlk görüşü savunanlar, buna karşı Kur’an’ın arabîliği argümanını ileri sürerek şöyle cevap vermişlerdir: “Allah Kur’an’ı Arap diliyle indirmiştir. Bir Arabın, umum siygasını, bazı fertlerini gözden kaçırarak kullanması akla uzak bir ihtimal değildir. Bu, Araplar arasında alışıldık bir durum olduğuna göre Kitap ve sünnetin de bu şekilde anlaşılıp yorumlanması gerekir. Nitekim Sibeveyh, Kur’an-ı Kerim’de varit olan “le‘alle ve ‘asâ” gibi olasılık ve beklenti ifadelerinin Allah açısından değil, kullar açısından bir anlam ifade ettiğine işaret etmiştir.
c. Arap dilinin diğer dillerden üstün olup olmadığı
Kur’an’ın arabiliğine vurgu yapılan bir diğer konu ise Arap dilinin diğer dillerden üstün olup olmadığına dair tartışmalardır. Asrı saadette büyük ölçüde törpülenmiş olan kabile taassubu Hz. Peygamber’in vefatı sonrasında tekrar nüksederek Emevilerin mevali siyaseti, gayri arap unsurların bir kısmında tepkiyle karşılanmış ve tarihte şuubiyye diye anılan bir akım ortaya çıkmıştı. Oymak üstünlüğünden kabile üstünlüğüne ve buradan da ırk üstünlüğüne evrilen bu tartışmaların dile de yansımaları olmuş ve hangi dilin diğerlerinden daha üstün olduğu yolunda kimi tartışmalar yapılmıştır. Nitekim Kaşgarlı Mahmud’un eserin başındaki bazı ifadelerinden Dîvânü Lügâti’t-Türk'ü yazma saiklerinden birinin de bu tartışma olduğu anlaşılmaktadır. İlgili ayetleri istişhad ile Arap dilinin diğer dillerden üstün olduğunu savunan dilcilerden biri Ahmed b. Fâris’tir. Sâhib b. Abbâd’a armağan ettiği ve bu sebeple adını es-Sahibî fi fıkhi’l-lüga koyduğu eserinde İbn Faris “Arapça, dillerin en üstünü ve en genişidir” adında bir başlık açarak Arapçanın en üstün dil olduğunu; çünkü Allah’ın “İnsanları uyarasın diye onu senin kalbine/zihnine açık seçik (mübîn) bir Arapçayla Ruhu’l-emîn nakşetti.” (Şuara, 193-195) buyurarak Arapçayı beyan vasfıyla nitelediğini söylemiştir. Ona göre diğer diller vasıtasıyla da maksadı ifade etmek mümkündür, ama bu, beyan derecelerinin en düşüğüdür. Çünkü dilsiz bir kimse bile bir takım işaret ve hareketlerle maksadını ifade edebilir; ama bunun beyyin (beyan vasfını haiz/açık-seçik) olduğu söylenemez.
Hâsılı, bazı Araplar, Kur’an’ın arabî olduğunun dile getirildiği âyetleri Araplar ve Arapça için de bir meziyet olarak algılamışlar ve “mübîn” vasfını yegâne Arap dilinde mevcut bir özellik gibi değerlendirmişlerdir. Nitekim Divânu Lügâti't-Türk'ün müellifi Kaşgarlı’nın eserinde Türkçenin Arapçayla boy ölçüşebilecek bir dil olduğunu savunması da Araplardaki gayri Arap unsurlara karşı gösterilen bu küçümseyici tavra gösterilmiş bir tepkidir.
Kur'an'ın Arap diliyle indirilmesinin gerekçesini muhatapların Arap oluşuna değil de; Arapçanın beyyin/mübîn (açık ve anlaşılır) oluşuna bağlayan ve bu olguyu Arap dilinin hanesine bir meziyet/fazilet olarak kaydeden bu yaklaşıma gösterilmiş en ilginç ve yerinde tepkilerden biri de İbn Hazm’dan gelmiştir. İbn Hazm, Arapçanın diğer dillerden üstün olduğu fikrine karşı çıkarak diller arasındaki üstünlük tartışmalarının temelsiz ve bir o kadar da yersiz olduğunu savunmuş ve “O kâfirler düşünüp ibret alsın diye biz bu Kur’an’ı konuşup anlaştığın dilde indirmek suretiyle kolay ve anlaşılır kıldık” (Duhan, 58) ve “Biz her peygamberi vahiylerimizi kolayca anlatıp açıklayabilmesi için kendi kavminin diliyle gönderdik” (İbrahim, 4) ayetlerini zikrederek Allah’ın, ilettiği mesajın Arap toplumu tarafından anlaşılabilmesi için Kur’an’ın Arap diliyle indirildiğini söylemiştir. İbn Hazm’a göre Kur’an’ın Arap diliyle indirilmesi Arap diline bir meziyet kazandırmaz. Çünkü Allah daha önceki kavimlere gönderdiği kitapları da onların diliyle indirmiştir. Cennet dilinin Arapça olduğu iddialarına da şiddetle karşı çıkan İbn Hazm, elimizde buna dayanak teşkil edecek hiçbir naklî delil bulunmadığını, dolayısıyla cennetliklerin hangi dili konuşacağı konusunda da net bir şey söylenemeyeceğini savunmuştur.
Yorumlar