Ana içeriğe atla

SEBEB-İ NÜZUL VE SİYAK/BAĞLAM İLİŞKİSİ

Tedricin bir gereği olarak, asr-ı saadette şer’î düzenlemeler bir defada ve toptan gönderilmemiş ve hüküm ihtiva eden ayetler ve nebevî beyanlar bir takım olayların gerçekleşmesi veya bir mesele hakkında soru sorulması üzerine peyderpey gelmiştir. Gelen hükümlerin sebepleriyle sınırlı tutulması halinde pek çok ayet ve hadisin ilgili olay veya soru haricinde hiçbir beyanda bulunmaması gibi bir sonuç doğacaktır ki bu, dinin tarihüstü ve evrensel oluş keyfiyeti ile bağdaşmaz. Bu tehlikenin önüne geçmek için fıkıh usulünde “sebebin hususiliği hükmün umumîliğine engel teşkil etmez” ve “sebebin hususiliğine değil, hükmün umumiliğine itibar edilir” kuralları vaz edilmiş; böylelikle özel bir sebebe binaen inen/varit olan bu hükümlere tarihüstü ve genel bir hüviyet kazandırılmıştır. Ancak bu konudaki aşırı hassasiyet, başka bir soruna yol açmış ve lafızların konuşanın kastı doğrultusunda, kimi zaman daha geniş, kimi zaman da daha dar çerçevede anlaşılmasını sağlayan siyak ve haricî karinelere mesafeli durma sonucuna müncer olmuştur.

Nassların anlaşılmasında siyaka/dış bağlama önem veren usulcüler, sebeb-i nüzul ile siyakı birbirinden ayırmaya gayret etmişlerdir. Mesela İhkamu’l-ahkâm adlı eserinde yer yer siyak delaletinden istifade eden ve nassların anlamını tespitte bu delaletin önemini ısrarla vurgulayan İbn Dakîkül’îd şöyle der:

“Âmm lafzın karinelerle tahsis edilmesi ile sebeple tahsis edilmesini, çoklarının karıştırdığı gibi sen de birbirine karıştırma! Sebeple tahsis; yani lafzın sebeb-i nüzul ise sınırlandırılması tercih edilen bir şey değildir. Zira sebep hususi olsa bile bu, “Hırsızlık eden erkek ve kadının elini kesin” (Maide, 38) ayetinde olduğu gibi, onu ve diğer durumları kuşatan genel bir lafız gelmesine mani değildir. Sebep tek başına lafzın umumunu kaldırmak için yeterli bir karine teşkil etmez. Siyak ise böyle olmayıp onun beyan etme ve tayin etme işlevi vardır. Siyak, mücmel ifadeleri beyan eder, ihtimalli ifadelerde ise ihtimallerden birini tayin eder. Kitap ve sünnetin lafızlarının ve günlük konuşmaların yorumunda siyaka itibar etmek gerekir.”

Ebu İshâk Şâtıbî de, Kur’an’ı anlayıp kavramak isteyen kişi için sebeb-i nüzûl bilgisinin iki sebepten dolayı gerekli olduğunu ifade eder:
Birinci sebep şudur: Meânî ilminin başlıca konuları, muktezâ-yı hali; yani hitabın, konuşanın ve muhatabın durumunu veya bunların tümünü bilmek etrafında döner. Çünkü tek bir sözün anlamı, iki ayrı duruma, iki ayrı muhataba ve başka faktörlere göre değişebilir. Bir soru, yerine göre onaylama, yerine göre kınama vb. anlamlar ifade edebilir. Bir emir siygası, mübah kılma, tehdit etme, aciz bırakma vb. maksatları ifade etmek için kullanılabilir. İşte anlamı belirleyen bu karineler nakledilmediğinde söz anlamını tamamen veya kısmen kaybedebilir. Bundan dolayı sözün söylenmesine sebep olan olayın bilinmesi, bu türden bütün anlama problemlerini ortadan kaldırır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında sebeb-i nüzûl bilgisi, vazgeçilmez araçlardandır. Çünkü sebebin bilinmesi, bir bakıma muktezâ-yı hâlin bilinmesi demektir.

İkinci sebep ise şudur: Sebeb-i nüzullerin bilinmemesi bazı anlama problemlerine yol açabilir ve ihtimale açık olan ifadelerin mücmel sayılmasına sebep olur, bu da o ayetin anlamı konusunda görüş ayrılıklarını doğurur.”

Şu halde sebeb-i nüzul rivayetlerinin bilinmesi, siyakı ihtiva etmesi ve dolayısıyla sevk edilen hükümle hangi gayenin gözetildiğinin idrak edilebilmesi için önemlidir; fakat bu, hükümlerin her zaman sebepleriyle sınırlandırılacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla siyakın delaleti görmezden gelinerek “lafzın umumuna itibar” kuralının çok katı bir şekilde uygulanmasının bizi kaçınılmaz olarak götüreceği yer, literalizmdir.

Bağlam berheva olduğunda literal ve keyfi yorumlarla nassların nasıl amuda kaldırılabileceğine dair bir örnek vererek yazıyı bitirelim: Günümüzde hadis inkarcısı bazı zevat, hadisin bizzat Kur’an tarafından güvenilmez addedildiğini ortaya koymak için “Allah’tan ve O’nun bunca ayetinden sonra onlar hangi söze (hadis) inanacaklar.” (Casiye, 6) ayetini delil olarak kullanıyorlar ve ayetteki “söz” anlamında kullanılmış olan “hadis” kelimesine bildiğimiz peygamber sözleri anlamında yorumluyorlar. Halbuki hadis kelimesinin Mekki bir sure olan Casiye suresinde terim anlamıyla kullanılma ihtimali sıfırın da altındadır. Bağlamdan kopuk olan bu yorum literalizmin dibi olup fıkıh tarihinde literalizmin babası olarak bilinen İbn Hazm’a rahmet okutacak düzeydedir.

Yorumlar