Çağdaş dönem fıkıh usulü literatüründe Kitap, sünnet, icma, kıyas, istihsan, ıstıslah, örf, ıstıshab, sedd-i zeria, kavl-i sahabi ve şer'u men kablena gibi pek çok delil bir kolaj halinde ele alınır ve müctehidlerin ilgili deliller hakkındaki kanaatlerine ayrı ayrı temas edilse bile “Aslında Şafii istishana karşı çıksa da o bu isimlendirmeye karşı çıkmıştır, yoksa onun ictihadları arasında istihsan olarak değerlendirilebilecek örnekler vardır”; “Hanefi usul literatüründe sedd-i zeria'ya ismen yer verilmemiş olsa da onlar da uygulamada sedd-i zeriayı uygulamışlardır” gibi ifadelerle mezheplerin usulleri birbirine yaklaştırılmaya gayret edilir.
Bu siyasi açıdan anlaşılabilir bir şey olmakla birlikte, mezhep usullerinin özgünlüğünü bozan bir şeydir. Çünkü her bir müctehidin kendince belirlediği bir deliller bütünü olup mezhebin dokusunu onlar oluşturur. Başka bir mezhep usulünden bir delil devşirilip kullanılmaya başlayınca bu doku uyuşmazlığına yol açabilir. Bir müctehidin hüküm çıkarmada kendisine başvurduğu deliller, farklı enstürmanlarla oluşturulan bir orkestraya benzetilebilir. Yıllarca birlikte çalışmış bir orkestraya dışarıdan bir enstrüman dahil olduğunda bunun ahengi bozacağı açıktır.
Sözgelimi kıyasçı olarak bilinen Hanefiler ıstıhsabın alanını son derece sınırlamışlardır. Buna karşın fıkhının merkezine ıstıshabı koyan İbn Hazm, kıyasa şiddetle karşı çıkmış; ıstıshaba sıkça başvuran Ahmed b. Hanbel ise kıyasa nadiren başvurmuştur. Niçin?
Çünkü ıstıshab ve kıyas arasında bir gerilim vardır. Bunlar birbirini besleyen değil; aksine birbirinin alanından çalan delillerdir. Kıyasçı bir müctehide göre eşyada aslonan mübahlık olmamalı; nasslarda hükmü doğrudan beyan edilmeyen yeni bir mesele ile karşılaşılınca hükmü açıklanan benzer bir meseleye ilhak edilmelidir. Bu işlemin doğal sonucu ya yasaklama ya da yapmakla yükümlü kılmadır; başka bir ifadeyle özgürlüğü sınırlamadır. İşte Ebu Hanife, kıyasın tabiatından kaynaklanan bu olumsuzluğu istihsanlar yapmak suretiyle nispeten bertaraf etmeye çalışmıştır.
Ahmed b. Hanbel ve İbn Hazm'a gelince onlar ıstıshabın tipik türlerinden olan ibaha-i asliye prensibini sıkça kullanmaları sebebiyle nassın bulunmadığı konularda mükellefe daha geniş ve özgür bir alan bırakmışlardır.
Mesela, akitlerde ileri sürülebilen şartlar konusunda çerçeveyi en çok daraltan mezhep Hanefilik; en geniş tutan mezhep ise Hanbelîliktir. Hanbeli mezhebine göre bir akitte nasslara ve akdin muktezasına aykırı olmayan her şart ileri sürülebilirken Hanefiler, bunu akdin muktezasına uygun olmak veya onu teyit etmekle sınırlamışlar; daha sonra akdin taraflarına neredeyse hiçbir hareket alanı bırakmadıklarını farkettikleri için olsa gerek, istihsana başvurarak örf haline gelmesi halinde taraflardan birinin lehine de şart ileri sürülebileceğini kabul etmek suretiyle ilkin belirledikleri kuralı esnetmeye mecbur kalmışlardır.
Sözün özü her mezhebin usulü kendi içinde bir bütündür. Dışarıdan delil irat edilmesi halinde iç bütünlük bozulacağı için çağdaş usul literatüründeki mezhepler üstü usul geliştirme çabası yanlıştır. Bu yoldan tez vakitte dönmek gerektir.
Yorumlar